+90 212 970 13 63 [email protected]

Hukuk düzenimizde sözleşme serbestisi esastır. Kanunda aksi kararlaştırılmadıkça, kişiler, diledikleri konuyu belirlemede ve düzenlemede, diledikleri kişilerle, diledikleri içerik ve şekilde hukuki işlem yapmakta, düzenledikleri hukuki işlemi değiştirmekte veya sona erdirmekte serbesttir. Sözleşme yapan taraflar arasında menfaat dengesini sağlamak veya ortaya çıkması olası zararları telafi amacına yönelik olarak teminat gösterilmesi gereken durumlar söz konusu olabilmektedir. İnanç sözleşmesi de teminat amacıyla kurulan sözleşmelerdendir.

Roma hukukunda borçluların sahip oldukları mal varlıklarını teminat göstererek bir başkasına devredebilmelerinin fiducia adı verilen anlaşmayı yapmaları ile mümkün olduğu bilinmektedir (1). Yüzlerce yıl evvel teminat amacı ile yapılan inanç sözleşmesi uygulamada şu örneklerle karşımıza çıkmıştır (2):

Neden inanç sözleşmesi yapılmaktadır?

Bir tanıdığına borç verdiği halde, borcunu alamayan alacaklı, tahsili sağlamak için alacağını üçüncü bir kişiye devredebilmektedir. Alacaklı bu üçüncü kişi ile arasında inanç sözleşmesi yapmakta, üçüncü kişi borçludan alacağı tahsil ettikten sonra inanç sözleşmesi gereği asıl alacaklıya üçüncü kişi, mülkiyeti devretmektedir. Başka bir ifade ile alacaklı bu üçüncü kişi aracılığı ile gizlenmiş olmaktadır. Karanlık ve şüpheli işler düzenleyen kimselerin, fedai olarak kullandıkları adamların arkasına gizlenmek istediklerinde, bu kişileri kullandıkları bilinmektedir.

Alacaklılarının takibine uğrama olasılığı olup, alacaklıları icra yolunu denediklerinde haczedilebilecek bir malı olmamasını isteyen bazı kötü niyetli borçlular, mallarını güvendikleri bir kişiye inançlı olarak devretmekte; tehlike geçtikten sonra ise devralan kişi inanç sözleşmesi gereğince devraldığı şeyi inanana iade etmektedir. Çoğu zaman somut olaylarda bu, muvazaalı işlem kavramıyla iç içe geçmektedir.

Kişilerin taşınmaz edinimine engel kanun bulunduğu durumda, bu hükümlerden kaçmak amacıyla üçüncü kişi işlemi yapmakta, yasal engel kalktıktan sonra engellenen kişiye aralarındaki inanç sözleşmesi uyarınca mülkiyeti devretmektedir. Kanuna karşı hile durumunda hukuki işlemin geçersiz olduğu dikkate alınarak, bu işlemin geçerli mi geçersiz mi olduğunun yine somut olay çerçevesinde değerlendirileceğini belirtmek gerekir.

Bankadan kredi alamayan veya kefil bulamayan kimseler hukuki işlemlerinde alacaklıyı temin etmek için ipotek tesis etmek yerine taşınmazının mülkiyetini alacaklıya devretmekte, borç ödendiğinde alacaklının taşınmazın mülkiyetini geri iade edeceği inanç sözleşmeleri yapılabilmektedir.

Kanun’da düzenlenmeyen ancak uygulamadaki yeri nedeniyle en temel isimsiz sözleşmelerden biri kabul edilen inanç sözleşmesi, Yargıtay uygulamasında tarihsel sıralamada öncelikle kanuna karşı hile ve muvazaa kavramları ile birlikte ele alınmış, daha sonra sözleşme serbestisi prensibi doğrultusunda geçerli olduğuna hükmettiği kararlar ile son halini almıştır.

İnanç sözleşmesi şekle tabi midir?

Teminat amacıyla mülkiyet devri durumunda iki hukuki işlem söz konusudur: İnanç sözleşmesi ve devir sözleşmesi.

Taşınmaz devri, tapu siciline tescil ile gerçekleşmektedir, resmi şekle tabidir. İnanç sözleşmesinin ise kanunda düzenlenmediğinden söz etmiştik. 05.02.1947 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı (“İBK”) (3) uyarınca dava edilmesi halinde inanç ilişkisinin yazılı delil ile ispat edilebileceği düzenlenmiştir. Bu şekil şartı, geçerlilik şartı değil, ispat şartıdır. Dolayısıyla, inanç sözleşmesinin varlığı dava halinde yemin gibi diğer kesin deliller ile de ispat edilebilmektedir.

Teminat amacı ile inanç sözleşmesi yapılması halinde bunun yazılı şekilde yapılması tavsiye olunmaktadır. Dava edilmesi halinde genel zamanaşımı süresine tabi olduğu bilinmelidir, dolayısıyla diğer alacaklar gibi zamanaşımı süresi 10 yıldır.

Kaynaklar

  1. Kurtulan Göner, Gökçe, Trust ve Türk Hukuku Açısından Değerlendirilmesi (Kitap), Yönetme Amaçlı İnançlı Temlik Sözleşmesi ve Trust , Haziran 2020, s.359 vd.
  2. Parlak Börü, Şafak, Mülkiyetin Teminat Amacıyla İnançlı İşlemle Devri, s.34 vd. http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2017-128-1630  
  3. Yargıtay İBK 1945/20 E., 1947/6 K., 05.02.1947 T.

Av. Yeliz Özçetin